Saturday, March 5, 2011

iran Tarihi - Türk dili ve Devlet Siyaseti

Nesib NESİBLİ -Vedadi Mustafayev
Çev: İstemihan TÜRKCAN
Çok uluslu İran’da milli mesele toplumun karışık ve de çözülememiş köklü problemlerinden biridir. Bu itibarla ortaya çıkan toplumsal ve siyasi hareketler, problemin çözümüne ilişkin olarak çeşitlilik arz ederken, bazen de birbirine zıt mevkide yer almışlardır. Milli meselenin esas problemlerinden birini ve genelde asıl unsurunu oluşturan milli dille (ana dille) ilişkili olarak bu çeşitlilik daha çarpıcı şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu bakımdan, devletin yürüttüğü dil politikası ve ortaya çıkan toplumsal hareketlerin bu resmi politika ile olan ilişkilerinin araştırılması, milli meselenin genel durumu ve çözüm yolları hakkında belirli bir fikir elde etmek için büyük bir öneme sahiptir.

Gelişmekte olan çok uluslu ülkelerde devletlerin dil politikalarında iki eğilim göze çarpmaktadır. Birincisi toplumu oluşturan etnik unsurların manevi ve medeni gelişimini sağlamak, ikincisi ise seçilen bir dilin – ki bu her zaman egemen ulusun dilidir- gelişmesi için gerekli asimilasyon. süreçleri yaratmaktır.
İran devleti 1920’li yıllardan itibaren İran’ı oluşturan etnik unsurlara yönelik olarak asimilasyon politikası yürütmeye başlamıştır. Bu politika, Fars olmayan mazlum milletlerin aydınlarının direnişi ile karşılaşmıştır.
Bu söylediklerimiz Türk dili (Azerbaycan Türkcesi) ve onun taşıyıcıları için de geçerlidir. Ancak önceden şunu belirtelim ki, bu yazıda dil meselesine ilişkin asimilasyon sürecini ortaya çıktığı zamandan itibaren ele almak mümkün değildir, bu nedenle yazımızı, kronolojik çerçevesini esasen son kırk yıl ile sınırlandırmayı ve bu çok yönlü meselenin ana unsurlarını ortaya çıkarmayı amacımıza uygun bulduk.

İran’ı oluşturan iki ana etnik unsur olan Farslar ve Azerbaycan Türkleri milli süreçlerin ortaya çıktığı 19.yüzyılın başı; İran sosyal hayatında burjuva değişikliliğinin zaruriliği ve ülkeyi yarı sömürge durumdan çıkarmaya yönelik düşüncelerin yayılmaya başladığı bir dönem olmuştu. Bu düşünceler genellikle İran milliyetçiliği şeklinde ortaya çıkarak yavaş yavaş ideolojik bir boyut kazanmaya doğru ilerlemekteydi.
Bütün milliyetçi hareketler gibi İran milliyetçiliği de, toplumun kapitalist süreçlere geçişinin zaruriliği düşüncesini dillendirmeye ve emperyalist devletlerin nüfuzunu zayıflatmaya yönelmişti. İran’ın gelişmesini sağlamak, onu güçlü bir devlet olarak görmek isteyen, Batı Avrupa’nın milli bakımdan benzer grupları ile tanışan yeni burjuva aydınları ve siyasi kadroları 1920’li yıllardan başlayarak ülkedeki dil çeşitliliğini gereksiz, bölgesel özerkliği ise silahlı anarşi ile aynı görüyorlardı. Çok dilli ve çeşitli medeniyete sahip toplumu; tek dilli, tek medeniyetli diğer bir ifade ile etnik bakımdan İran’ı homojen bir ülke olarak görmek istiyorlardı. Demokrat fikirli bir takım toplumsal ve siyasi kadroların (aralarında azımsanamayacak sayıda Azerbaycanlı da bulunmaktaydı) birleştiği bu hareket taraftarları, bu yolda aşağıda ki çalışmaların yapılması gerektiğine inanıyorlardı.

1- Fars dilini ve İran tarihini ülkenin bütün bölgelerinde, özellikle Azerbaycan, Arabistan ve Belucistan’da yaymak ve öğretmek,
2- İran’ın tüm bölgelerini birbirine bağlayacak bir demiryolu yapmak,
3- Farsça olmayan coğrafi, askeri ve arazi isimlerini değiştirmek,
4- Sınır boylarında yaşayan Türk ve Arap unsurlarını ülkenin iç bölgelerine göç ettirmek ve onların yerine Fars grupları yerleştirmek,
5- Merkezi devlet mekanizmasının işlevsel rolünü güçlendirmek.[1]
Bu merkezileştirme fikri, milli süreçlere karşı tarafsız bir tavır alan Türk Kaçar ailesinin hakimiyetinin devrilmesinden sonra Rıza Şah Pehlevi tarafından hayata geçirilmiştir. Rıza Şah diktatörlüğü döneminde (1925-1941) İran milliyetçiliği (paniranizm) artık olgunlaşmış bir ideolojiye dönüşerek İran milli siyasetinin ana prensipleri haline gelmiştir. Böylece İran siyasetinin tüm yönlerini paniranist yaklaşım belirlemeye başlamıştır.
Hakim kadroların ideolojisinin temelinde “Tek İran milleti” anlayışı yer almaktadır. Bu fikrin biçimlenmesinde: “Kave, İranşehir, Ayende vb. basın organları etrafında toplanmış milliyeti Türk (Azerbaycanlı) olan; H. Kazımzade-İranşehr, S.H. Tagızade-Şafak, M.Afşar, A.Gezvinli ve özellikle S.A.Kesrevi büyük rol oynamışlardır. “Tek İran milleti” fikri çok zayıf, uydurma ve bilimsel bir temele sahip olmayan bir ideoloji konsepti olarak, milli siyasetin ana prensiplerini tayin etmeye yönelmiştir. Bu siyasette, ülkenin en önemli bölgesi olan Azerbaycan’a ve sayı bakımından en büyük etnik grup olan Azerbaycanlılara özel bir önem verilmiştir. “Tek İran Milleti” fikrinin esası şu iddiaya dayanmaktadır. İran’ın başka eyaletleri gibi Azerbaycan’ında en eski ve köklü ahalisi “Arilerdir”. Azerbaycan ahalisi XIII. ve XIV. asırlara kadar İran dillerinden birinde (Azerice) konuşmuştur. Türkçe ise Azerbaycanlılara zorla kabul ettirilmiştir.
Bütün bu iddialar Azerbaycanlıları Farslaştırma siyasetinin gerekliliği fikrine meşruiyet kazandırmak ve devleti böyle bir siyaseti yürütmeye sevk etmek için gerekmektedir. İşte bu siyaset, Türk dilini eğitim sisteminden, yayın hayatından, kültürel sahalardan (tiyatro, müzik), idari sistemlerden vs. çıkarmak, diğer bir ifadeyle Türk dilinin fonksiyonel sahasını, sözlü ve sadece konuşulan bir dil ile sınırlandırmak anlamına gelmektedir.

Böylelikle XX. yüzyılın öncelerinde İran milliyetçiliği olarak şekillenmeye başlayan ideoloji; 20’li yıllardan itibaren Fars şovenizmi gibi irticacı (gerici) bir biçim alarak Rıza Şah diktatörlüğü devletin iç siyasetinin ideolojik esasını teşkil etmiş ve azınlıkları Farslaştırmayı kendine hedef seçmiştir.
Paniranizm ideolojisi ile mücadelede karşı bir hareket olarak Türkçülük ortaya çıkmakta ve de hızla yayılmaktaydı. Milli birlik sürecinin devam ettiği bir dönemde etnik birliğin en değişmez şartı olan dil birliği, Azerbaycan aydınlarının ilgi alanı içindeydi. Onlara göre çokuluslu İran’ın devlet yapılanmasında askeri, coğrafi ve kültürel özerkliğin yer alması gerekmekteydi. Askeri ve coğrafi özerklik, XX. asrın başlarında iki defa ( 1905-1911 ve 1920 li yıllar ) Azerbaycanlıların sosyal ve siyasi mücadelesinin hedeflerinden biri olmuştur. Ancak bu hareketler döneminde kültürel özerklik talebi henüz siyasi bir talep olarak ileri sürülmemiştir. Bununla beraber kültürel canlanma devam etmiş, Kuzey Azerbaycan’ın, daha sonra Sovyet Azerbaycan’ının kültürel hayatındaki ilerlemeler bu canlanmaya olumlu yönde etkide bulunmuştur. Türkiye’ de XIX. yy da ortaya çıkan, sonraları özellikle I. Dünya Savaşı yıllarında kendini daha da belli eden Türkçülük düşünceleri, İran’da Türkçülüğün gelişmesine iki yönlü olarak etki de bulunmuştur. Bir yandan; Pantürkizm ve Turancılık idealiyle ifade edilen bu düşünce, bazı Azerbaycanlı aydınları Paniranist zemine kaydırırken, diğer yandan da Türkçü aydınların, Türk tarihi, medeniyeti ve dili hakkındaki yazıları ve fikirleri, Azerbaycanlı aydınların bir kısmında milli şuurun şekillenmesinde olumlu etkide bulunmuştur. 20’li yılların ortalarında Türk  dili, tüm engellemelere rağmen bazı şair ve yazarların ( M.E.Möcüz, Makılı Ali ) yeni eserlerinde, folklor faaliyetlerinde, din adamlarının cami vaazlarında ve dini kitaplarda, geleneksel kültür hayatında (düğün, yas, destan vs.) yaşayıp, gelişiyordu. Bununla beraber bir kısım Azerbaycanlı aydında Farslaştırma siyasetine karşı muhalefet güçlenmeye devam ediyordu.
II. Dünya Savaşı döneminde müttefik kuvvetlerin İran’a girmesi ve Rıza Şah’ın büyük oğlu Muhammet Rıza lehine iktidardan ayrılması ile ülkenin sosyal hayatının kısmi demokratikleşme süreci de başlamış oldu. Azerbaycan da sosyal-siyasi teşkilatlar kuruluyor, Türk dilinde gazete ve dergi yayınlanmasına teşebbüs ediliyor, Türk dilinin basın ve eğitim sahalarında kullanılması talebi dile getiriliyordu. Diğer taraftan İrancılık taraftarları da faaliyetlerini genişletiyorlardı. Onlar da çalışmalarını destekleyecek ideolojik zemini, H. Katibi’nin “ Azerbaycan ve İran’ın Milli Birliği” adlı kitabında buluyorlardı.[2]
1945 yılının sonlarına doğru Azerbaycan’da bağımsızlık hareketi genişlemiş ve milli hakimiyeti ifade eden, Milli Meclisin ve Milli Hükümetin kurulması ile neticelenmiştir. Milli demokratik hareketin esas vazifelerinden birini olarak,Türk dilinin statüsünün yükseltilmesi ve gündelik kullanım dilinden eğitim, kültür ve devlet dili seviyesine çıkarılması uğrunda mücadele teşkil ediyordu. Azerbaycan Demokrat Partisi’nin 1945 (2-4 ekim) yılındaki birinci kurultayında kabul edilen programı da göstermektedir ki, ana dil milli kültürün ilerlemesinde esas araçtır. Bu nedenle Azerbaycanlı çocuklar gecikmeden ana dilinde eğitim almaya başlaması gerekmektedir. Programda öncelikli olarak Türk dilinde derslik ve ders araçlarının hazırlanması amaçlanmıştır. Programda ayrıca basında (42. madde ) ve devlet organlarında (45. madde) Türk dilinin kullanılması talep edilmekteydi. Daha sonra 1946 (6 Ocak) yılında Milli hükümet “dil hakkında” özel bir kararı kabul etti. Bu kararla milli demokratik rejim döneminde (1 yıl) eğitim ve kültür ocaklarının, radyo, tiyatro, üniversite ve devlet organlarının dili Türk dili oldu.

1946 yılının sonunda Milli Demokratik hareket yenilmiş olsa bile, bu hareket İran hayatında, özellikle Azerbaycan halkının zihninde derin izler bıraktı. Hareket, Azerbaycan meselesinin demokratik yollarla çözümünün mümkün olduğunu göstermiş ve Türk dilini, milli meselenin taşıyıcı gücü haline getirmiştir.
Bazı katı İrancı şovenistlerin ısrarcı olmalarına rağmen, yönetim ülke nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturan Azerbaycanlıları kendi topraklarından göç ettirecek güce sahip değildi. Ancak buna rağmen, Milli Demokratik hareketin yakalanan katılımcılarının bir bölümü aileleri ile birlikte güney ve batı bölgelerine sürgün edildi.
Savaştan sonraki dönemde, özellikle 60’lı ve 70’li yıllarda rejim amacına belli oranda ulaşmıştır. Bu başarı özellikle demografik süreçlerin işleyişinde dikkat çekmektedir. Azerbaycan’da ekonomik durum, merkez ve İran’ın güney bölgelerine oranla zayıf kalması, nüfusun bir bölümünün bu gelişen bölgelere göç etmesine neden olmuştur. Diğer yandan varolan rejimin plana uygun siyaseti sonucunda Azerbaycan’da, Türk olmayan etnik unsurların nüfusunda artış olmuştur. Böylelikle Tebriz’ de kurulan sanayi işletmelerinin, Muğan’daki ağır sanayi komplekslerinin, yerli idare çalışanlarının ve askeri garnizonların büyük bölümü Türk olmayanların eline geçti.

1970 in sonlarına doğru, Türk dilini kullananların İran’ın çeşitli yerlerinde yaşamaları olumsuz sonuçlar doğurdu. Azerbaycan’da yaşayan Azerbaycanlılar, artık İran’daki tüm Azerbaycanlıların yarısından daha az bir nüfus haline geldiler. Bu durum Azerbaycan meselesinde yeni şartların ortaya çıkmasına ve zaten zor olan meselenin çözümünün daha da zorlaşmasına neden oldu. Mevcut rejim ise Azerbaycanlıları Farslaştırma sürecini hızlandırıyordu. Çünkü İran’ın başka bölgelerine göç ettirilen veya hali hazırda orada yaşayan Azerbaycanlıların süratle Farslaştırılması zorunluluğu ortaya çıkmıştı.
Şah’ın “Azerbaycan’da çocuklara üç yaşından itibaren Fars dili öğretilmeli” fikrinden hareket eden Tahran hükümeti bu bölgelerde ana okul yapılmasına büyük bir önem vermiştir. 1963/64 yıllarında Azerbaycan şehirlerinde 61 ana okulu mevcuttu ve bu tüm İran’daki ana okulların %70 i demektir.[3]

Türk dilinin kitle iletişim araçlarında kullanımının engellenmiştir.
1961 yılında Tebriz ve Erdebil radyolarında iki saat dini içerikli “yerli lehçede” yayın yapılıyordu. Buna ilave olarak bu dile ait (Fars dili) materyallerde Türk dilinin tarihi ve çağdaş etkileri göz ardı ediliyordu. Bir kısım muhalifler ise devlet siyasetinin aksini iddia ederek Türk dilinin kullanımının engellendiğini ilan ediyorlardı. Örneğin, tanınmış siyasetçi ve edebiyatçı E.E.Hikmet’ in iddiasına göre ; İran halkının % 95’i Farsça konuşmakta ve Fars alfabesini kullanmaktaydı. Sadece “Azerbaycan ve Huzistan’ın ayrı yerlerinde ve başka sınır bölgelerinde köylüler ve göçmen ahali, Fars dilini Türkçe veya Arapça ile karışık konuşmaktaydı.

Bu bakış açısı 40’lı yılların sonlarına doğru güçlenmiş olan katı şovenist hareket açısından son derece önemli dayanakları içermektedir. Hakim siyasetin ideolojik temelini sağlamlaştırmak için, A.Kesrevi’nin ulaştığı uydurma sonuçlar ve onun temas ettiği meseleler yeni ve daha bilimsel araştırmaların konusu haline gelmiştir. Kesrevicilik tüm boyutları ile yayılmaya başlamış, ancak ilerleyen süreçlerde giderek bilimsel araştırma çerçevesinden çıkarak , Azerbaycan’ın, Azerbaycan halkının eski ve orta çağ tarihi, dili, kültürü vs. hakkındaki yazıların metodolojik kaynağı haline gelmiştir. Bir durumu da belirtmekte fayda var ki, A.Kesrevi’nin tartıştığı meseleleri araştıran alimlerin hepsi seleflerinin “türettiği” sonuca ulaşmışlardır. Ancak aradaki tek fark, yeni araştırmalarda Azerbaycan’da Türkleşme sürecinin daha yakın dönemlere indirgenmesi ve Türk dilinin “zorla sokulduğu” ve “Azeri”dili tarafından Türk dilinin mağlup edilmiş olduğu iddiasıdır.
Bu fikirler; 50’li ve 60’lı yıllarda Y.Zeka, E.Kareng, R.Gennadyan, M.Mürrtezevi, M.Tebatebai ve diğerlerinin, Azerbaycan halkının eski ve şu anki diline yönelik eserlerinin ve Azerbaycan’la ilgili genel çalışmaların da ana hattını teşkil etmektedir. Bu fikrin temel iddiası ise; Güney Azerbaycan halkının konuştuğu dili, Türkiye, Sovyet Azerbaycan’ı ve diğer Türk ülkelerinde konuşulan dil ile aynı görmek yanlıştır[4]. Bu dile “Türk dili” demek yerine, “Fars dilinin yerli lehçesi” veya “Azerbaycan’ın şimdiki dili” olarak adlandırmak daha doğrudur.[5]
Böylelikle Azerbaycanlıların, ana dillerine karşı mesafeli ama Fars diline de o derece yakın olmaları amaçlanmaktadır.

Rejimin, tedbirlerine ve bu siyasetin ideolojik esaslarını kitleler arasında yayma girişimlerine rağmen, kısa bir zaman diliminde, kendine has dili, milli gelenekleri ve medeniyeti olan bu halkı Farslar içinde eritmek mümkün değildi. C.Al-Ahmet’e göre “ Nerdeyse 40 yıldır, İran hükümetlerinin çoğunluğu bu dili sınırlamaya ve hatta yok etmeye yönelmiştir. Bu dili “Azeri” ve “zorla kabul ettirilmiş” olarak adlandırdılar, Azerbaycan’da şehir ve mahalle adlarını değiştirdiler, Türk asker ve memurlarını Fars bölgelerine gönderdiler. Ancak buna rağmen Türk dilini yok etme amaçlarına ulaşamadılar”.[6] Toplumun çoğunluğunun okuma yazma bilmediği bir ülkede Farslaştırma siyasetinin başarısı, Paniranist yazarların dileklerinin ötesine geçemiyordu. Resmi kaynaklara göre, 1976/77’li yıllarda Batı Azerbaycan’ın 6 yaşından büyük olan kesiminin % 36,2 si, Doğu Azerbaycan’ da ( 1974/75 ) % 25,40’ı, Zencan’da ise % 30,30’u Farsça okuma yazma biliyordu.
Fars dilinin eğitim sisteminde , ordu ve devlet idarelerinde ki hizmetlerde, radyo , televizyon ve basın yoluyla nüfuz etmesi, Azerbaycan halkının bir bölümünde iki dilliliğe neden olmuştur. Bu iki dilliliğin işlevsel rolü asimilasyon politikasının etkinliğinin yeterli seviyeye ulaşmasını engellemiştir.
Hakim rejimin Farslaştırma siyasetinin sonuçlarını incelerken, bize göre son derece önemli bir etkileşime dikkat etmek gerekir. Azerbaycan’da Türk halkı ile İran dilini konuşan (Fars olmayan gruplarda) hızlı bir Türkleşme süreci yaşanmaya başlamıştır. Etnik olarak Tat halkından olan ve yukarıda adı geçen tanınmış demokrat yazar C.Al-Ahmet de bu konuya temas etmiştir. Ona göre “Zencan’da 28 köy Tat dilinde konuşuyorken şimdi bu sayı 9 köye kadar düşmüştür. Zencan ve Marağa’da görünen o ki Türk dili, önüne geçen İran lehçelerini silip süpürmektedir”.[7]

Yayın işinin son derece zor şartlarda olmasına rağmen, 1946 yılından sonra Azerbaycan edebiyatın da yeni eserler ortaya çıkıyordu. Bu yayınlardan belki de en önemlisi, hem tarihi hem de sahip olduğu fikri içerikten dolayı, M.Şehriyar’ın “Haydar Baba’ya Selam” adlı eseridir. Birkaç defa yayınlanan bu eserden önce sadece Fars dilinde yazan büyük şairin “ Haydar Baba’ya Selam” isimli bu eseri Fars şovenizmine verilmiş en tutarlı cevap olmuştur. Bu eserin, Milli Hükümetin devrilmesinin ardından Azerbaycan sosyal ve kültürel hayatına hakim olan bitkinliğin ve moralsizliğin yavaş-yavaş ortadan kalkmasında önemli bir işlevi olmuştur. Güneyli yazar G.Sebahi diyor ki: “Haydar Baba’ya selam, sessizliğin saltanatında bir top gibi patlayarak susmuş vicdanları ve uykuya dalmış hayalleri uyandırdı”.[8] Şehriyar’ın bu eşsiz eseri hakkında sayısız yazı kaleme alınmıştır. H. Sahir, Hosrof Mirza, M. H. Kerimi, M.H.Sefah, H.Mecidzade, G.Sebahi, B.Q.Sehend, H.Sadık (Düzgün), M.Ferzane, S.Cavid gibi orta ve ileri yaşa mensup, E. Tebrizli, E.Nabdil, H.Terlan, N.Berahani gibi genç şair ve yazarların ana dilde (Türkçe) yazılmış ancak yazıldığı dönemde gereken ilgiyi görmemiş eserleri, Azerbaycan edebiyatının Güney kolunun, edebiyatta ne derece ileri bir seviyeye ulaştığını göstermesi açısından önemlidir.
Bununla beraber, Sovyet Azerbaycan’ında çıkan edebi eserler ve basın organları da İran’da yayılmaktaydı. Bazı bilgilere göre, Azerbaycan’ da radyo dinleyicilerinin % 90’ı Bakü radyosunu dinliyordu. Bütün bunlar milli aydınların, Azerbaycanlı okuyucu ve dinleyicilerin milli şuurunu güçlendirme yolunda verdikleri mücadelede önemli bir rol üstleniyordu.
Türk dili ve onun taşıyıcı dinamiği olan milli birliğin bilinçlere yerleştirmek, Panirancı fikirlerle mücadele bakımından; sözlü halk edebiyatı örneklerinin (Masal, efsane, bulmaca, atasözü vs.) yayınlanması son derece büyük öneme sahipti. M.E.Ferzane, S.Behrengi, B.Dehgani[9] , S.Cavid, E.Müçtehidi, H. Mecidzade vb. aydınların Fars ve ana dillerinde başlıca olarak 60’lı yıllarda yayınladıkları folklorik çalışmalar Azerbaycanlılar arasında son derece büyük yankılar uyandırmıştır.
Azerbaycanlı aydınlar arasında milli hayata, ana dile ve milli kültüre artan ilgi, onları; milli meseleyle olan ilişkilerini belirlemek ve bu meseleyi düzene sokmak için bir takım edebi ve kültürel birlikler kurmaya sevk etmiştir. Bu birliklerden biri Karaçorlu Bulut’un (Sehend) girişimi ile 1953 yılında Tahran’da kurulmuş ve 1960’ların ortalarına kadar faaliyet göstermiştir. B.Sebani, H.Katibi, M.E. Ferzane, G. Sebahi, S. Cavid, N. Fethi, M.M. Etimad, M.E. Mehzun, H. Mecidzade, Nur Azer, İbrahimpur vs. bu birliğin katılımcıları arasındadır. Birliğin amacı Azerbaycan’da yazılmış eserleri ve sözlü halk edebiyatı örneklerinin yayınlanmasına yardımcı olmaktır. Unutulmaya yüz tutmuş birçok eser birliğin yoğun çabası neticesinde tekrar gün yüzüne çıkmıştır.
Azerbaycan’daki milli aydınlardan A.Tebrizli 1957/58 yıllarından başlayarak, 1963/64’lü yıllara kadar birçok defa edebi bir birlik kurmaya çalışmıştır. Onun kurucusu olduğu kısa ömürlü cemiyetlere, M.M.Etimad, Şeriati-Eheri, Hasanoğlu, Hemin Şahid, Recep İbrahim , S.Cavid, N.Fethi, A.Azeri gibi birçok edebiyatçı iştirak etmiştir.[10]
Sosyal hayatın nispeten liberalleştiği 60’lı yıllarda, Türk diliyle ilgili bilimsel araştırmalar yapılması ve bu araştırmaların yayınlanması milli aydınların büyük önem verdiği hadiselerden biriydi. Bu yayınlar genellikle “Azeri dili” hakkındaki Paniranist görüşe karşı bir tavır alıyor ve yayınların giriş bölümlerinde Paniranist görüşün asılsızlığı dillendiriliyordu. Azerbaycan halkının dilinin “Azeri dili” olduğu ve Fars dilini bu bölgede yaymanın zaruri olduğunu iddia edenlere cevap olarak, S. Cavid, M.E. Ferzane, E.Oktay ve başka aydınlar göstermişlerdir ki, Türk dil tarihinin, konuşma taraflarına ve bazı şairlerin Farsça yazmalarına bakmayarak, bu dil yüzyıllardır Azerbaycan halkının konuşma ve yazı dilidir. Bunun içindir ki bu dilin , halkın ana dili olduğu şüphe götürmez bir gerçektir.[11] Bir dilin bir başka dilden sözcük alması doğal bir olay olduğuna göre, Türk dilindeki yabancı sözcükleri delil gösterip bu dili Türk dilleri ailesinden ayrı görmek abesle iştigaldir.
Azerbaycanlı aydınlar Arap alfabesinin zorunlu olarak ıslah edilmesi gerektiğini ifade etmişler ve Türk dilinin edebi normları yakalaması için çeşitli yayınlara imza atmışlardır.[12] Bütün bu aydınların ortak görüşü, “Her halkın dili o halk için özel bir öneme sahiptir. Bu nedenle de milletler güçlü oldukları zaman dillerini yabancı dillerin istilasından koruyabilmişlerdir” şeklinde özetlenebilir.
Azerbaycan’daki tüm kesimler ve demokratik aydınlar, bağımsızlık uğrunda İran’ın diğer halklarıyla birlikte siyasi, iktisadi, kültürel ve ideolojik alanda mücadele vermiş ve bu mücadele şah rejimine son veren 1979 devrimi ile sonuçlanmıştır. Bu devrim, İran’daki Fars olmayan milletlerin de hayatında yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Bu süreçte Azerbaycan meselesi tekrar gündeme gelmiştir. Devrimden önceki dönemde Azerbaycan milli hareketi esas itibariyle milli-medeni açılardan olgunlaşma durumundadır. Söylediklerimiz tabii olarak milli meselenin özünü oluşturan dil meselesi için de geçerlidir.
Devrim döneminde Türk dili ve medeniyetinde ortaya çıkan canlanma ve dil uğrunda kültürel, siyasi ve ideolojik sahalarda verilen mücadele gösterdi ki anayasada verilen haklar, milli hareketin amaçladığı düzeyden bir hayli uzak kalmıştır. Devrimle birlikte kısa zamanda; yaklaşık 30 adet gazete ve dergi yayınlanmaya başlamıştır. Devrimden önce yazılan ancak engellenen eserler yayınlanmıştır. Yazar birlikleri kurulmuş, tiyatro sanatının gelişmesi için gerekli tedbirler alınmıştır. Tebriz’de akademi kurulması gündeme gelmiştir. Azerbaycanlı aydınlar, dil meselesi ile ilgilenmeye başlayarak, dilin gereksiz sözcüklerden temizlenmesini, Türk dilinin fonetik (ses bilgisi) ve morfoloji (yapı bilgisi) özelliklerine uyarlanması maksadı ile Arap alfabesinin ıslahı meselesini ve yazıların tek bir edebi dil normuna göre yazılması problemlerini ön plana çıkarmışlardır. Edebi dil problemi gerçekten de özel bir öneme sahiptir. Bu problemin esasında çağdaş Azerbaycan Türk dili ile olan ilişkiler yer almaktadır. Aydınların çoğu yazılarında edebi dil normlarına riayet ediyorken, bir kısım yazar ise edebi dil yerine yerli lehçeyi kullanmayı tercih etmektedir. Belirtmek gerekir ki, okullarda eğitimin Türkçe yapılmaması ve basın organlarının yokluğu, edebi dil normlarının tüm boyutları ile ele alınıp uygulanmasının önündeki en büyük engel olmuştur. Görüldüğü gibi; devrimden sonra Türkçe yayın yapan basın organları çabucak oluştuğu gibi çabucak kaybolup gitmiştir.
Azerbaycan’da milli hareketin gelişmesi ve giderek derinleşmesi ihtimalinden dolayı korkuya kapılan İrancılık taraftarları, yeni hakim rejim konsepti olan “İslam birliği” fikrini savunanlar devrimden sonra “İran’ın dağılması tehlikesini” bahane ederek karşı hücuma geçmişlerdir. Bu durum devletin milli hareketler sahasında uyguladığı siyasetin sertleşmesinde de kendini göstermiştir. Gelenekçi aydın kuruluşları, “İran’ın birliğini sağlamlaştırmak” için faaliyetlerini dikkate değer derecede genişletmiştir. Bunun bir örneğini; Paniranizmin önder savunucularından Mahmud Efşar-Yezdinin “vakıf” adı ile kurulan teşkilatta oluşturulan güçlü parasal fon ve bu fonun faaliyetlerinde daha net görmek mümkündür. Bu fonun eleştirilmesindeki maksat, fonun programında da yazıldığı gibi, “İran’da Fars dilinin yayılması ve milli birliğin sağlanması” sözünden ibarettir. Fonun yayınladığı eserler arasında N.Natig’in ve M.Mürtezevi’nin Paniranist ruh taşıyan eserlerinin olması bize göre tesadüf değildir.
Çok sayıda basılan bu kitaplar; “İran’ın milli birliğini” tesis etmek için, Azerbaycan’da milli bağımsızlık hareketi ideolojisini şekillendiren bilimsel esasları sarsmak, halkın ana diline olan ilgisini zayıflatmak ve ana dili öğrenmedeki mücadeleyi etkisizleştirme amacı taşımaktadır. Ancak cemiyetin çalışmalarının, Azerbaycanlıların ana dili öğrenmek için verdikleri mücadelede dikkate değer bir etki yaratması olasılığı son derece zayıftır. Türk dilinin kullanım alanlarının genişletilerek milli-edebi bir dil seviyesine yükseltilmesi, Azerbaycanlıların milli olgunluğu ve onların İran’ın sosyal ve siyasi kuruluşlarda elde ettikleri mevki ile yakından ilişkilidir.
Türk dilinin Azerbaycan’da ve Azerbaycanlılar arasında sosyal, siyasi ve kültürel hayatın tüm alanlarında kullanılmasının gerekliliği, birçok aydın tarafından devrim zamanı boyunca ifade edilmiştir. Bize göre bu meselenin çözümünde iki yol karşımıza çıkmaktadır. Türk dili ya özerk Azerbaycan’da ( Doğu, Batı Azerbaycan ve Zencan ) Fars dili ile beraber resmi dil ilan edilir, ya da Azerbaycanlıların ülke coğrafyasında ki yaygınlıkları ve İran tarihi ve medeniyetine olan hizmetleri göz önünde bulundurularak, Fars dili ile birlikte tüm ülkede resmi dil ilan edilir.

[1] Daha geniş bilgi için bkz. E. Abrahamian, “Communism and Communalism in Iran: The Tudeh and the Firgahi-Dimukrat”, International Journal of Middle Est Studies, No 4, 1970, pp. 229-296; ‘‘Ayende’’, 1. yıl, 1925, s. 5-7, 2.yıl s. 559-569.
[2] H. Katibi, Azerbaycan ve Vahted-i Milliye, İran, Tebriz, 1942
[3] Salnameye-amariye-sale-2536-e şahanşahı ,Tahran, 2536
[4] Aynı fikir İran’daki Türk etnik yapısını da kapsıyordu. Bazı İranlı yazarların iddiaları ise Sovyet Azerbaycan’ı ile İran’daki Azerbaycanlılar çeşitli etnik yapılara sahip olduğu şeklindeydi..
[5] M. Mürtezevi, bu kavramlarla birlikte “ Azerbaycan lehçesi” nin de kullanılmasını mümkün görmüştür.
[6] C. Al-Ahmet. Der Hedmet ve Hiyanete Roşenfekran, Tahran, s.310.
[7] C.Al-Ahmet, Tatneşin –haye-boluke-zehra, Tahran, 1958 s.43.
[8] Azerbaycan, no 7, 1983, s.125
[9] S.Behrengi ve B.Dehgani ,”Azerbaycan efsaneleri” kitabının ön sözünde diyorlar ki; “Efsanelerin çoğunluğunu Tebriz ve çevresindeki köylerden toplayabildik. Azerbaycan’ın diğer yerlerinden de rivayetler toplamak isterdik! Bunun da yapılmayacağını kim söyleyebilir ki”
[10] A.Tebrizli, Edebiyat ve Milliyet,
[11] Örneğin M.E.Ferzana bu konuda şöyle diyor : “ Türk- Azeri dilinin Azerbaycan’da revaçta olması uzun zamandır tartışmalara neden olmaktadır. İddialar ne olursa olsun bu dil yüzlerce yıldır bu halkın yürek ve düşünce dilidir” ( M.E.Ferzane , Mebaniye-desture-zebane-Azerbaycan. Tebriz 1344 s.1-2)
[12] Bu konuda bkz. M.Zöhtabi, Anadilimizi nasıl yazalım?, Tahran,
M.Zöhtabi , İran Türkçesi’nin yapısı, 1955,
M.E.ferzane, N.Vezin Pur, Azerbaycan dilinin gramer yapısı, Tebriz,1965, vs.
Qaynaq

No comments:

Post a Comment